Sevgi Yaşamdır

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdin)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Doğan Cüceloğlu

 

Yolda gördüğünüz sıradan vatandaşa şu durumları anlatın ve arkasından verilen soruları sorun:
Durum 1: Adam kamyon şoförlüğü yaparak hayatını kazanıyor. Karısının oğlan çocuğu doğurmasından memnun, arkadaşlarına şöyle diyor: "Oğlumu makine mühendisi yapacağım; ben okuyamadım o okusun, benim gibi sıkıntı çekmesin. Gerekirse ceketimi satacağım yine de onu okutup makine mühendisi yapacağım."
Soru 1: Bu kamyon şoförü oğlunu seviyor mu?
Durum 2: Anne kızının tabağına dört köfte koyuyor ve kızına bu köfteleri bitirmesini söylüyor. Ne var ki kız, iki köfte yedikten sonra, "Anne ben doydum, diğer iki köfteyi yiyemeyeceğim," diyor. Anne, "Hayır doymadın, köftelerini hepsini bitireceksin; senin zayıflayıp hasta olmanı istemiyorum. Dört köfteyi de yiyeceksin," diyor.
Soru 2: Bu anne kızını seviyor mu?
Durum 3: Büyük bir kentte çalışan oğullarının evlenme vaktinin geldiğini düşünen anne ve baba, onun için kendi köylerinde kız aramaya başlıyorlar ve nihayet ‘münasip’ bir kız buluyorlar. Kızı isteyip aile arasında söz keserek nikâh için oğlanı çağırıyorlar. Oğlan köye gelip kızı görünce kanı kaynamıyor. Annesine, "Ana, ben bu kızı istemem!" diyor. Anası da, "Oğlum senin kısmetin buymuş; baban söz kesti; bu kızla evlenmezsen kimsenin yüzüne bakamaz, aha şu ağaca kendini asar!" diye yanıt veriyor. Oğlan da boynunu büküp, gönlünün istemediği kızla evleniyor.
Soru 3: Anne ve baba oğullarını seviyor mu?
Durum 4: Mahallenin en güzel kızına vurulan bıçkın delikanlı kıza haber gönderiyor: "Ya benim olacaksın ya kara toprağın!"
Soru 4: Bıçkın delikanlı kızı seviyor mu?
Sokağa çıkıp karşılaştığımız insanlara sorsak, çoğu, bu soruların her birine, "Evet!" yanıtını verecektir.
Peki sizin yanıtınız ne oldu? Siz hangilerine "evet" hangilerine "hayır" dediniz?
Şimdi aklınıza ilk gelen, "Peki, hangi yanıt verilseydi doğru olurdu?" sorusu olmuştur.
Gelin beraberce bir gözden geçirelim.

Kamyon Şoförü Oğlunu Seviyor mu?
Kamyon şoförü oğlunun makine mühendisi olmasını istiyor. Niçin? Onun kendisinin çektiği sıkıntıları çekmesini istemediği için. Çocuğunun sıkıntı çekmemesini niçin istiyor? Çocuğunu sevdiği için.
Peki aşağıdaki gelişmeler olursa ne olur?
• Çocuk büyüyünce okula gitmek istemedi; örneğin, pazarcılık yapan bir esnaf olmak istedi.
• Okula gitmek istedi; fakat makine mühendisliği yerine başka bir bölümü seçti; örneğin felsefe bölümünü seçerek meslek olarak felsefeyle uğraşmayı tercih etti.
Bu durumlarda babanın alacağı tavır ne olacak?
Makine mühendisi olmak iyi para kazanmanın sadece bir yoluysa ve babanın gözünde eğitimin para kazanmanın ötesinde başka bir değeri yoksa, o zaman çocuk esnaflıktan veya felsefeden para kazanabileceğini kanıtlarsa itiraz etmez. Oğlunun bu uğraşlardan iyi para kazanamayacağını düşünürse itiraz eder.
Oğlunun makine mühendisi olmasını, baba kendine özgü kişisel nedenlerden dolayı isteyebilir. Örneğin, ilkokul arkadaşı makine mühendisi olmuş ve küçükken kendisinin göz koyduğu kızla evlenmiş olabilir. Kendisinin yaşadığı bu ezikliği oğlunun yaşamamasını, oğlunun makine mühendisi olmasıyla özdeşleştirmiş olabilir.
Bir başka olasılık, çalıştığı şirketin yöneticisi makine mühendisi olduğu için baba, ‘saygın ve güçlü insan olmanın yolu’ olarak makine mühendisliğini görmüş olabilir.
Bunun gibi daha birçok neden sayılabilir. Oğlunu makine mühendisi görmek istemesinin arkasında babanın kendine özgü bu tür nedenleri varsa, makine mühendisliği para kazanmanın ötesinde bir anlam taşımaya başlar ve baba çocuğunun başka bir mesleği seçmesine rıza göstermez. Çocuğun makine mühendisi olması artık çocuğun yaşamını aşan, babanın yaşamının bir yönüne hizmet eden bir işlev yüklenmiştir. Ne var ki, baba, oğlunun makine mühendisi olmasıyla ilgili isteğinin nereden kaynaklandığının bilincinde olmayabilir.
Baba, ister eğitimi para kazanmanın bir aracı olarak görsün, ister kendine özgü kişisel nedenlerden dolayı oğlunun makine mühendisi olmasını istesin, benim, bu tür düşünen babaların sevgi anlayışıyla sorunum var.
Önce eğitimi para kazanma aracı olarak gören baba yaklaşımını ele alalım.
Eğitimi para kazanmanın aracı olmanın ötesinde göremeyen baba, yaşamın amacını para kazanmak olarak görmeye yatkındır. Bu öyle bir zincir ki, bu zincirin sonunda sadece eğitim bir araç olmuyor, yaşamın kendisi bir araç oluyor: insan para kazanmak için yaşar,’ mesajını, çocuk, böyle bir ailede erken yaşta almaya başlıyor.
Diğer yandan, baba kendine özgü nedenlerden dolayı çocuğunun makine mühendisi olmasını istediğinde ise çocuğa şu mesajı vermeye başlıyor: ‘Sen bu dünyada benim beklentilerimi gerçekleştirmek için varsın!’
Görüldüğü gibi, her iki halde de çocuğun kendi özü onurlandırılmamaktadır. Halbuki sevgi, bir insanın olabileceğinin en iyisini olmasına, gelişmesine olanak sağlamaya kendini adamaktır. Babanın bilinci böyle bir sevgi anlayışından uzaktır. Toplumumuzdaki birçok insan da, babanın bilincinin gerçek sevgiden yoksun olduğunu kavramakta yetersiz kalmaktadır.
Bu baba, gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı nasıl konuşurdu?
Diğer örnekleri de irdeledikten sonra bu sorunun yanıtına döneceğim.

Anne Kızını Seviyor mu?
Anne, kızının köftelerinin tamamını yemesini istiyor; niçin? Onun zayıflayıp hasta olmaması için, sağlıklı bir çocuk olması için.
Çocuğunun sağlıklı olmasını niçin istiyor? Çocuğunu sevdiği için.
Peki çocuk neden diğer iki köfteyi yemek istemiyor?
Doyduğu için.
Ama anne, çocuğa, doyup doymadığına karar verme sorumluluğunu vermiyor. Niçin?
Çünkü çocuğunun, doyduğunu anlayacak bir yetiye sahip olduğuna inanmıyor. Ayrıca lütfen hatırlayın, varoluşun beş boyutunda anne farkına varmadan çocuğuna, ‘Sende bir bozukluk var,’ ve ‘Sen yetersiz, güçsüz ve güvenilmezsin!’ mesajlarını veriyor.
Burada ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Bu anne, evdeki kedinin doyup doymadığını bilebilecek bir yetiye sahip olduğuna inanır. Yani kediyi, ‘Sen doyup doymadığını bilmezsin, haydi ye!’ diye zorlamaz.
Demek ki evdeki kedi bu çocuktan daha ‘donanımlı’ (eğer isterseniz donanımlı yerine ‘yetenekli’ veya ‘akıllı’ gibi kelimeler de kullanabilirsiniz) görülüyor.
Peki neden toplumumuzda kızına, ‘Sen bir kediden daha az donanımlısın (akıllısın veya yeteneklisin!)’ mesajını veren bir annenin sevgisinden şüphe edilmez?
Çünkü, benim toplumumda, "Sen doyup doymadığını bilmezsin, haydi ye!" diyen annenin bu sözünün altında neler yattığını anlayabilecek bilişsel donanıma, birçok kimse maalesef sahip değildir. Bizdeki donanım, ‘çocuk değil, anne, evladının ne yapıp yapamayacağını bilir!’ yargısına götürür.
Peki bu çocuk ne yapmalı ki yiyecek konusunda kedi kadar akıllı olduğunu annesine kanıtlayabilsin?
Yapabileceği hiçbir şey yok. Çocuk kaderinin kurbanı olmuş durumdadır ve bu kafesten çıkması mümkün değildir. Ne demek kaderinin kurbanı olması?
insan bedeninin nasıl çalıştığını bilmeyen bir anneye sahip olma kaderidir, sözünü ettiğim.
Gerçek şudur ki, insan vücudu, müthiş bir donanmışhk içinde çalışır; böylece insan aç olduğunu, yorgun olduğunu, susuz veya uykusuz olduğunu doğrudan bilir. Ayrıca doyduğunu, ye
teri kadar dinlendiğini, yeteri kadar uyuduğunu veya yeteri kadar su içtiğini de doğrudan anlayabilir. "Açtım ama doydum," diyen bir yetişkine, "Nereden biliyorsun doyduğunu, nasıl ölçtün?" diye sorarsanız, aklınızdan bir zorunuz olduğunu düşünür.
Aklınızdan bir zorunuz olduğunu düşünür çünkü, her insanın aç veya tok olduğunun doğrudan farkında olduğu, bilinen bir gerçektir.
Bu çocuk annesinin tutumunu sorgusuz sualsiz kabul ettiği zaman, annesine bağımlı bir insan olarak yetişecektir; "Anne su içeyim mi?", "Anne benim karnım acıktı mı?" gibi ilk bakışta çok tuhaf görünen tutumlardan başlayarak daha sonra, "Anne hangi mesleği, eşi, evi, kitabı seçeyim?"e kadar varan, sosyal yaşamda sık sık gördüğümüz tutumlara kadar gidecektir.
Çocuğunu gerçekten seven anne, çocuğunun kendisine bu kadar bağımlı olmasını neden istesin ki?
Birisinin kendine bağımlı olmasını isteyen kişi, bu bağımlılığı kendine özgü nedenlerden dolayı ister. Yani anne, çocuğa özgü nedenlerden dolayı değil, kendine özgü nedenlerden dolayı çocuğunun kendisine bağımlı olmasını istemektedir.
Her anne için bu nedenler değişik olabilir; kimi kendi çocukluğundan gelen bağımlılık alışkanlığını, kimi varoluşunun anlamsızlığını, kimi de kocasıyla ilişkisinden doğan mutsuzluğu doldurma çabasındadır. Ama, bu nedenlerin hiçbiri ilişkiye, çocuğu sevmeye dönük bir bilinç getirmez.
Anne kendine özgü nedenlerle çocuğu bağımlı kılmaya giriştiğinde, çocuğun kendi özü onurlandırılmamaktadır. Halbuki sevgi, bir insanın olabileceğinin en iyisi olmasına, gelişmesine olanak sağlamaya kendini adamaktır. Annenin bilinci böyle bir sevgi anlayışından uzaktır. Toplumumuzdaki birçok insan da, annenin bilincinin gerçek sevgiden yoksun olduğunu kavramakta yetersiz kalmaktadır.
Bu anne gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı nasıl konuşurdu?
Diğer örnekleri de irdeledikten sonra bu sorunun yanıtına döneceğiz.

Anne ve Baba Oğullarını Seviyor mu?
Anne ve baba oğullarının evlenme vaktinin geldiğinin farkındalar ve bunu umursuyorlar. Neden? "Çünkü oğullarına değer veriyorlar, onu seviyorlar," akla gelen birçok yanıttan biri olabilir. Kızı istemeleri, söz kesmeleri de aynı yanıtın gereği olarak düşünülebilir.
Peki oğlan neden kızla evlenmek istemiyor?
Kanı kaynamadığı için.
Ama, kimi isterse onunla evlenmeye karar verme yetkisini anne ve baba oğlana vermiyor! Niçin?
Çünkü oğullarının ‘evlilik için münasip kişiyi seçme yetisi’ne sahip olduğuna inanmıyorlar.
Oğlan ilginç bir seçimle karşı karşıya; ya babası kendini asacak ya da istemediği kızla evlenecek.
Babasının kendini asmasını oğlan göze alsa, acaba istediği kızı köyde ona verirler mi? Hiç sanmıyorum.
Yani oğlanın pek bir seçeneği kalmamış durumda; şu veya bu, hangi seçenek içinde hareket ederse etsin, yine kendi isteğine ulaşacağı bir olanak yaratamıyor.
Netice olarak, anne ve baba, verdikleri kararla oğullarının ömrünün geri kalan kısmını istediği gibi geçirmesini olanaksız kılmış bulunuyorlar.
Peki neden toplumumuzda, ‘oğlunun ömrünün geri kalan kısmını istediği gibi geçirmesini olanaksız kılmış’ bir anne ve babanın sevgisinden birçok kimse şüphe etmez?
Bunun nedeni, bireyin kendi yaşamından kendisinin sorumlu olması gerektiğinin bilinmemesidir.
Peki bu oğlan ne yapmalı ki, evlenme konusunda doğru kararı verebilecek yetenekte olduğunu annesine ve babasına kanıtlayabilsin?
Annesinden ve babasından bağımsızlığını ilan edip kendi başının çaresine bakmanın ötesinde bu oğlan evladının yapabileceği hiçbir şey yoktur. Köyde yetişmiş bir delikanlının tümüyle bağımsızlığını ilan etmesi, hiç dağ görmemiş birinin Everest’in tepesine çıkmak için hayatını yeniden planlamasına benzer. Oğlan çocuğu kaderinin kafesindedir ve bu kafesten çıkması olağanüstü bir farkındalık ve destek gerektirir.
Bir şarkı hatırlıyorum, çocukluğumda sık sık duyardım, "Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap!" diye sözleri vardı, şimdi o sözleri düşünüyorum. Sözünü ettiğimiz öyle bir ‘sevgi’ ki, karşıdakini mutlaka kendine bağımlı kılıyor ve onun insan olarak bağımsızlığını elinden alıyor.
Kişi, kendine özgü nedenlerden dolayı karşıdakinin kendisine bağımlı olmasını ister. Sözünü ettiğimiz bu olayda anne ve baba, kendilerine, topluma ve kültüre özgü nedenlerden dolayı çocuklarının bağımlı olmasını istiyor.
Anne ve baba, kendilerine özgü nedenlerle çocuğu bağımlı kılmaya giriştiğinde, onun özü onurlandınlmamaktadır. Özün onurlandınlmadığı yerde sevgi yoktur.
Toplumumuzdaki birçok kişinin bilinci, onurlandırıcı bir sevgi anlayışından uzaktır; o nedenle, bu ana ve babanın yaptıklarının, çocuk için ne denli olumsuz bir gelecek yarattığının birçok kişi farkında değildir.
Bu anne ve baba, gerçek sevgi bilincine erişmiş insanlar olsalardı nasıl konuşur, nasıl davranırlardı?
Bir örnek daha irdeledikten sonra bu sorunun yanıtına döneceğiz.

Bıçkın Delikanlı Kızı Seviyor mu?
Delikanlı âşık olduğunun farkında. Nasıl mı? Siz susuzluğunuzun, açlığınızın nasıl farkında iseniz, o da âşık olduğunun öyle farkında.
Muhtemelen sürekli kafası o kızla meşgul; onu özlüyor, yüzünü görmek istiyor, ona dokunmak, onu kucaklamak hayali, sürekli kafasında.
Ve bütün bu duyguların kanıtladığı şeyi o biliyor: "Ben bu kızı seviyorum!"
Peki bir delikanlı bir kızı severse ne olur? Eğer gerçekten bu kıza gönlünü vermişse, o kıza ilgi duyan başkaları varsa onlara mesajını gönderir: "Hop hop asılmayalım, yengeniz olur!" Daha sonra, "Benim göz koyduğum kıza asılanı deşerim!" ve benzeri tehditler, uyanlar etrafa yayılır.
Gerçekten de kişiler o kıza ‘asılmayı’ göze alamazlar. Ve delikanlı o zaman mesajını asıl hedefe yollar: "Ya benim olacaksın ya kara toprağın!"
Peki kendisi bu kız uğruna ölmeye hazır mı? Evet! Bu delikanlı sevdiği kız uğruna ölmeye hazır! Hem ölmeye hazır hem de öldürmeye! Eğer kız tüm uyarıları duymayıp başka birine ‘giderse’ onu gerçekten kara toprağa gömer. Kız kendi isteği dışında zorla başka birine ‘verilirse’ o zaman verenlerin başı belaya girebilir. Bıçkın delikanlı kararını vermiştir: "Onu başkasına yar etmem!"
Tabii burada apaçık gözüken odur ki, bu bıçkın delikanlı, kızın kendisine ilgi duyup duymamasına pek aldırış etmemektedir; kararı verecek olan kız değil, kendisidir. Bir başka deyişle, oğlanın sevmesi kızın kaderini tayin etmede gerekli ve yeterli nedendir; kıza söz düşmemektedir.
Peki neden toplumumuzda, ‘kızın, ömrünün geri kalan kısmını istediği gibi geçirmesini olanaksız kılmış’ bir delikanlının sevgilinden birçok kimse şüphe etmez?
Bunun iki nedeni var. Birincisi, bir genç kızın kendi istekleri çerçevesinde bir yaşam oluşturması ve kendi sevdiği insanı seçme iradesini göstermesi bu toplumun genelinde pek önemsenmez.
Bu yazdığım cümle üstünde düşündükçe, aslında yanlış söylediğimi anladım; aslında önemseniyor, hem de bayağı önemseniyor. Benim şöyle söylemem gerekirdi: Bir genç kızın kendi istekleri çerçevesinde bir yaşam oluşturması ve kendi sevdiği insanı seçebileceği iradeyi göstermesi bu toplumun genelinde istenmez.
Niçin istenmiyor? Genç kızın kendi yaşamına yön vermesi istenmiyor, çünkü bu durumda onun için karar vermesi beklenen kişilerin gücü yadsınmış olur. Bu genç kızın içinde yetiştiği ortamda, birincisi genç olmak, ikincisi dişi olmak, güçsüz olmak için yeterli iki nedendir; kızın içinde yetiştiği bu kültürün tüm yaşam felsefesi güç ilişkileri üstüne kurulduğu için, güçsüzün kendi yaşamını yönetme hakkı yoktur.
Delikanlının kıza olan sevgisinden şüphe etmemenin ikinci nedeni, sevginin ne demek olduğuyla ilgili, insanımızın bilincinin donanmamış olmasıdır. ‘Kızın ömrünün geri kalan kısmını istediği gibi geçirmesini olanaksız kılmış’ bir delikanlının sevgisinden birçok kimse şüphe etmez, çünkü bunun sevgisizlik olduğunu anlayabilmek için, bireylerin bilinçlerinin donanmış olması gerekir ve toplumumuzda birçok kimse böyle bir donanıma sahip değildir.
Bizdeki bilincin donanımı, ‘Oğlan severse kızı alır,’ yargısına götürür.

Dilerim Tanrıdan ki, sana açık kucaklar B
ir daha kapanmadan kara toprakla dolsun;
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Bu genç kız ne yapmalı ki, yaşamıyla ilgili olarak, kimi seveceği konusunda karar verebilsin ve bu karar, saygıyla karşılanıp kabul edilsin.
Bağımsızlığını ilan edip kendi başının çaresine bakmanın ötesinde, bu genç kızın yapabileceği hiçbir şey yok. Türkiye’de geleneksel kültür içinde sıradan bir Türk ailesinde yetişmiş bir genç kızın tümüyle bağımsızlığını ilan etmesi, bir önceki örnekte belirttiğim gibi, hiç dağ görmemiş birinin Everest’in tepesine çıkmak için hayatını yeniden planlamasına benzer. Genç kız kaderinin kafesindedir ve bu kafesten çıkması olağanüstü bir farkýndalık ve destek gerektirir. Bu kafesin kurallarından biri, yukarıda da belirttiğim gibi, genç kızın bir birey olarak kendi yaşamına yön veremeyeceğidir.
Yine bizim şarkıyı hatırlayalım, "Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap!" Yine öyle bir ‘sevgi’yle karşılaşıyoruz ki, karşıdakini mutlaka kendine bağımlı kılıyor ve onun insan olarak bağımsızlığını elinden alıyor.
Yine tekrar ediyorum, bence, toplumumuzdaki birçok kişinin bilinci onurlu bir sevgi anlayışından yoksundur. Birçok kişi, bu delikanlının, sevdiği genç kız için ne kadar olumsuz bir gelecek yarattığının farkında değildir.
Bu delikanlı, gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı, acaba nasıl konuşur, nasıl davranırdı?
Şimdi her bir olayı yeniden hatırlayıp bu soruların yanıtını değerler kültürü içinde irdeleyeceğiz.

İnsanı İnsan Kılan Sevgi
İrdelediğimiz örneklerde anlatılan sevgi, insanı bir nesne, bir araç olarak gören sevgiydi. Seven sevileni kendi amacı uğruna kullanmaktaydı.
Kamyon şoförlüğü yaparak hayatını kazanan babanın, "Oğlumu makine mühendisi yapacağım; ben okuyamadım o okusun, benim gibi sıkıntı çekmesin. Gerekirse ceketimi satarım, yine de onu okutup makine mühendisi yaparım," dediği örneği irdelemiş ve şöyle bir sonuca ulaşmıştık: "Sen bu dünyada benim beklentilerimi gerçekleştirmek için varsın." Bu durumda çocuğun kendi özü onurlandırılmamaktadır.
Daha sonra ilave ermiştik; "Halbuki sevgi, bir insanın olabileceğinin en iyisini olmasına, gelişmesine olanak sağlamaya kendini adamaktır. Babanın bilinci böyle bir sevgi anlayışından uzaktır."
Ve daha sonra sorumuzu yöneltmiştik: Baba, değerler kültürü içinde gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı nasıl konuşurdu?
Baba, varoluşun beş boyutunun bilincinde değerler kültürü içinde oğluna baksaydı, çocuğunun gelişerek olabileceğinin en iyisi olmasına kendini adadığını sözü ve davranışıyla gösterirdi. "Elimden geleni yapıp olanaklar çerçevesinde oğlumun gelişmesi için uğraşacağım; ben gelişemedim ama ona bu olanakları sağlayacağım. Gerekirse ceketimi satacağım ona gelişim olanakları sağlayacağım," derdi. Bu sözleri ifade eden bilinçte, çocuğunu tutsak alan, onun özüne saygısız bir tavır yoktur; aksine çocuğun özünü değerli kılan, yücelten bir tavır vardır.
Kızının tabağına dört köfte koyan ve ona bu köfteleri bitirmesini söyleyen anneyi konu etmiştik. İki köfte yedikten sonra, "Anne ben doydum, diğer iki köfteyi yiyemeyeceğim," diyen kızma anne, "Hayır doymadın, köftelerinin hepsini bitireceksin; senin zayıflayıp hasta olmanı istemiyorum," diyordu.
Bu anne, değerler kültürü içinde gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı, nasıl konuşur, nasıl davranırdı?
Anne gerçek sevgi bilincinde olsaydı, kızının sağlığıyla onun özüne saygılı biçimde ilgilenirdi. Yemekte onun istediği kadar yemesine olanak sağlar, çocuk doyduğunda, "Peki tatlım, doydunsa kalkabilirsin," derdi. Doğal olarak, kızının yemek aralarında istediği zaman abur cubur yemesine fırsat vermez, sağlıklı yeme bilinci oluşturmak için onunla sürekli bir iletişim içinde olurdu. Yemek yemeyi kendi otoritesinin test edildiği bir alan haline getirmekten kesinlikle kaçınır, kızıyla, güven geliştiren, onun özüne saygılı bir ilişki kurmaya özen gösterirdi.
Oğullarının rızasını almadan onu istemediği bir kızla evlendiren anne ve baba gerçek sevgi bilincine erişmiş kişiler olsalardi, oğullarıyla konuşmadan kız konusunda karar vermez, söz kesmez, onun seçimine önem vererek onun, gönlünün istediği bir kızla evlenmesine olanak sağlarlardı.
Mahallenin en güzel kızına vurulup, "Ya benim olacaksın ya kara toprağın!" diyen bıçkın delikanlı gerçek sevgi bilincine erişmiş biri olsaydı, esas sevdiği şeyin bu kızın canı, özü olduğunu bilir ve sahiplenmek yerine onu sözleriyle, davranışlarıyla yüceltme yollarını arardı; onurlu bir beraberlik oluşturmak için uğraşırdı. Onun da mutlu olacağı, anlamlı ve coşkulu bir geleceğe kendini adadığını kanıtlamaya girişirdi.
insan onuru, değerler kültüründe en temel değerlerden biridir. Değerler kültüründe sevgi, insan onurunu yüceltir, geliştirir.

Sorunun Temelinde Korku Kültürü Vardır
Korku kültüründe seven güçlü kişi, sevdiği kişinin sahibi gibi davranır.
Burada üstünde durulması gereken en temel konu şudur: Seven kişi, yani bizim örneğimizde oğlunu makine mühendisi yapmak isteyen kamyon şoförü, kızma dört köfte yedirmek isteyen anne, oğullarını istemediği bir kızla evlendirmek isteyen anababa ve kıza haber gönderen bıçkın delikanlı sahiplenme duygusu içinde oldukları halde, kendilerini gerçekten seven insanlar olarak düşünmektedirler. Onların, gerçekten sevdiklerini düşünmeleri sebepsiz değildir; belirli bir dünya görüşünün, yaşama bakış tarzının sonucu olarak ilişkilerini "sevgi" ilişkisi olarak algılamaktadırlar.
Bu dünya görüşü, yaşama bakış tarzı, sokaktaki insanla paylaşılan bir algılama zemini olduğu için, sokaktaki insan da bu ilişkileri sevgi ilişkisi olarak görür. Bu algılama zemini, insanın özünü, onurunu, tekliğini önemsemez; bu zeminin önemsediği en önemli faktör güçtür. Bu bir kültürdür ve ne yazık ki ülkemizdeki insanlar, bu kültürün içinde yoğrularak yetişmişlerdir. Ne
var ki, nasıl kuş havanın, balık suyun farkında değildir, insanımız da bu kültürün yaşamımıza yön verdiğinin bilincinde değildir.
Korku kültürünün yaşamımızı yönettiğinin bilincine varmadan, bunu fark etmeden can’m değerini bilen, insan insana bir yaşam oluşturmak olanaksızdır.

 
BEHÇET NECATİGİL

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir