Dağılmış Ruhlarda Aşkın Özgürlüğü
Gökyüzünün karanlığıydı belki yaşamdan kesitler. Gecelerin uzunluğunda ayın parlaklığı bile yetmiyordu karanlığı bölmeye. Ruhu rengini kaybetmişti hayat sadece gri ve siyah olmuştu.Gün doğumlarında ki beklentilerine artık umut bağlamıyordu. Yaşamış olmak için yaşıyordu sadece
Tekrardan toparlanır mı dersin bu yürek, bu beden, yangından kalan küllerle.Bırakmalı mı yangını kendi kendini tüketmesine ya da için için yanmasına. İhanetin suyu ile söndürmeli mi yoksa?
Vicdanınla hesaplaşmaktır yaşadıklarının bileşkesi teğet gibi geçerken senli sevdalar çevremden, ben dairenin merkezinde seni senle yaşarım. Çevren sarılıdır elinin uzandığı yerdedir ama sen tutunamazsın… yada uzaklara dalarak ulaşmak istediklerinin aslında çevrende olduğunu görürsün işte o zaman kahrolursun söyleyemediklerine yaşayamadıklarına..
Çember kırılmıştır seni sarmalayan duygular dağılmıştır dört bir yana yüreğinin sesi çıkmaz olmuştur. Merkezinde tek başına kalmışsındır yüreğinin ateşiyle
Közde kavrulmaya başlarsın son bir seda ile yüreğinin figanına nefesin eşlik eder. Gerçek sevene ulaşır sesin ve senin elinden tutması için geldiğinde ise sen bitmişsindir. Beden çürümeye yüz tutmuş olsa bile yürek hala çarpıyordur sevgili ise o yürekte yanmakta.
Bir avuç külden başka saklayacak bir şeylerim kalmamıştı anılarımda. Eşeledikçe biraz daha gömülüyordu karanlığa. Baharla birlikte yeni umutlara açılmak istiyordum. Lakin umut tohumları çok derinlere gömülmüştü. Dallara yürüyen can suyunda araftaydı tüm duygularım. Yıllar firar etmiş yeraltı yalnızlığında aşkın öznesini aramaktayım.
Merdivensiz uçurumların hüzün çentiklerine şiirden kanatlarla yükselmeye çalışıyorum. Aşk ve ölümün birlikte konuşulduğu kısır cümleler sohbetinde. Güneş hamağına koyduğum yüreğim ölü bedenlerin içine girip yeni ritimler bulmaya çalışıyor. Her damardan akan kan şelaleleri yeni geleceğe hazırlanıyor zamansız zamanlarda.
Menekşelerin ıssız gölgelerinde kederli ağıtlar yakıyorduk. Nisan yağmurlarının yıkadığı gecede tutkularla okunan şiirleri dinliyorduk. Sözcükler şiire dönüştükçe gizlerimiz ortaya çıkıyordu, dudaklarımıza demirlenmiş hüznü söyleşiyorduk. Her dokunuştan sonra anlam değiştiren şiirlerin mısralarında.
Korkularımız, yaşadıklarımız ve yaptığımız hataları taktığımız maskelerin ardındaki kaçınılmaz yalnızlığı ve keşkileri sunuyorduk, cümle kâseleri içinde. Bahar yağmurlarının sessizliğinde yaşamayı öğreniyorduk.
Bir bedende bütün olarak yaşıyorduk. Ayrılınca yok olacağımızı, eğreti aşklarda öleceğimizi bilmiyorduk. Acıların artacağını, yoksunluğun ömürlerini bitireceğinin farkında bile değildik.
Hedeflediğimiz menziller aslında kendi sevdalarımızdı. İsim ardına gizlenen bakışlarda aradığımız birbirimizdi. Yalpalayarak yürüdüğümüz sahipsiz gölgeler ardında birbirimizi aradığımızın farkında bile değildik. Ruhlarımızın yalnızlığını kalabalıklaştırma hevesiyle ilerlerken kendi benliğimizde kayboluyorduk, aşkın bekçiliğini yaparken.
Aslında dağılmış ruhlarımızda aşkın özgürlüğünü yaşıyorduk. Hesapsız, beklentisiz, ayrılık şarkılarına kulak tıkamış olarak.
Gecelere ektiğimiz iki kişilik düşlerin zaman aralığında yorgun umutlar büyütüyorduk yetim yüreklerimizde. Üzerimizi örten hüzün yorganları altında nefesimizle ısınmaya çalışıyorduk. Alevin dudakları sararken bedenlerimizi biz sıtma nöbetleriyle sarsılıyorduk.
Toprağa her düşüşte yeniden doğmak için yeni umutlara sarılıyorum sıcak bir el ılık nefesin tutukluğunda yerden yükseliyorum… Güçlü duygularla beni saran kolların eşliğinde… Ya onlarda kırılırsa ben kime tutunurum? Nasıl ayakta dururum? Vazgeçişlerin bileşkesiydi yaşadıklarım. Her toparlanıp ayağa kalkışta tekrardan dibe vuruyordum.
Geldim diyebilmeli sadece ben sadece ruhum ve ben. Ardımda bıraktım tüm acılarımı ve hüzünlerimi umutlarımı aldım yüreğimin en açık köşesinde geldim diyebilmeli… Enkaz halinde bile olsan gel diyebilmeli. Döküntülerinden, küllerinden yeniden yaratırım seni… Yaralarını gözyaşlarımla sarar, ruhunun acılarına teselli merhem olurum yaralarına diyebilmeli çağıran
Zordu gidenin ardından bakarken dökülecek gözyaşlarını tutmak. Ağlamamak için yutkunurken nefesin boğazında düğümlenmesi, uyurken aniden uyandırılmanın verdiği korku ve telaşa benzer. Giden için midir üzüntü yoksa yalnız kalan benliğin egosu mu? İşte bu hiç anlaşılmaz.
Veresiyenin olmadığı satıcı tezgâhlarına düşmüş yürekler… Peşin duyguların hüküm sürdüğü, ederi ödenmeden alınmıyor artık aşklar.