Simyacıdan…

“Bu sırada genç bir kız göründü, siyah giysi giyinmemişti. Omzunda bir testi taşıyordu ve başının çevresinde bir peçe vardı, ama yüzü açıktı. Delikanlı, Simyacıyı sormak üzere yanına yaklaştı.O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki Evrenin Ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk’tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi, tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu her yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı. Dudaklar sonunda gülümsemeye karar verdiler ve bir işaretti bu, bütün ömrü boyunca bilmeden beklediği, kitaplarda, koyunların yanında, kristallerde ve çölün sessizliğinde aramış olduğu işaretti.Evrenin saf diliydi bu, herhangi bir açıklamaya gereksinimi yoktu, çünkü Evren’in sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu. Delikanlı o anda, hayatının kadınının karşısında olduğunu ve kızın da hiçbir söze gereksinim duymadan bunu bildiğini biliyordu. Ana babası, ana babasının ana babası, biriyle evlenmeden önce ona kur yapmak, nişanlanmak, onu yakından tanımak ve para sahibi olmak gerektiğini söyleseler de, delikanlı dünyada en çok bundan emindi. Bunun tersini söyleyenler, evrensel dilden habersiz kimselerdi. Çünkü bu dili bilen biri, ister çölün ortasında ya da ister büyük kentlerin göbeğinde olsun, dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir. Ve bu iki insan karşılaşınca ve gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve bütün gelecek artık bütün önemini yitirir, yalnızca o an, gök kubbe altında her şeyin aynı El tarafından yazıldığı gerçekliği vardır, bu inanılmaz gerçek vardır. Aşk’ı yaratan ve çalışan, dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmış olan El. Çünkü böyle olmasaydı, insanın soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı.”

 

İlk somut tehlike işareti ertesi gün görüldü. Üç savaşçı gelip iki yolcuya buralarda ne aradıklarını sordular.
– Ben şahinimle avlanmaya geldim, dedi Simyacı.
– Sizi aramamız gerek, bakalım silahınız var mi? Diye konuştu savaşçılardan biri.
Simyaci atindan agir agir indi. Arkadasi da onun gibi yapti.
– Neden yadinizda bu kadar para var? Diye sordu, delikanlının para kesesini gören savaşçı.
– Misir’a gitmek için,” diye yanitladi delikanli. Simyaciyi arayan savasçi siviyla dolu bir kristal sise ve tavuk yumurtasından biraz daha büyük, sari renkli cam dan bir yumurta buldu.
– Bu ne? diye sordu savasçi.
– Felsefe Tasi ile Ebedî Hayat Iksiri.
Simyacıların Büyük Yapıtı. Bu iksirden içen kimse kesinlikle hasta olma2
ve bu taşın küçük bir parçası herhangi bir madeni altına çevirir.
Üç savasçi kahkahayla güldüler, Simyaci da onlarla birlikte güldü. Yanıtı çok eğlenceli bulmuşlardı. Bunun üzerine, iki yolcuya, eşyalarıyla birlikte gitmeleri için fazla güçlük çıkarmadılar.
– Deli misiniz siz? diye sordu delikanlı biraz uzaklaşınca.
– Onu neden böyle yanıtladınız?
– Sana hayatin çok basit bir yasasını göstermek için:
Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki, neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar

 

– Ne istiyorsun bugün benden? diye sordu çöl.
Birbirimizi dün yeterince seyretmedik mi?
– Bir yörende sevdiğim kadın yaşıyor. Bu yüzden engin kumlarına baktığım zaman onu seyretmiş oluyorum.
Onun yanma geri dönmek istiyorum ve rüzgâra dönüşmek için senin yardımına gereksinimim var.
– Aşk nedir? Diye sordu çöl.
– Aşk, şahinin senin kumlarının üstünde uçtuğu zaman ki şeydir. Çünkü sen, onun için yeşermiş bir kırsın ve
Hiçbir zaman avsız dönmedi senden. Senin kayalarım, kumullarını, dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen…
– Şahinin gagası parçalarımı kopartır, dedi çöl.
Avı yıllar boyunca beslerim, sahip olduğum pek az suyla susuzluğunu gideririm, ona yiyeceklerin yerini gösteririm;
Ve bir gün tam avın okşamalarını kumlarımda hissedeceğim sırada şahin gökyüzünden iner.
– Ama sen de kesinlikle bu son için besleyip büyütürsün avı, diye yanıtladı delikanlı: Şahini beslemek için.
Ve şahin de insanı besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarını besleyecektir ve oradan yeni bir av doğacaktır.
Böyledir dünyanın düzeni.
– Aşk bu mudur?
– Evet, budur. Avı şahine, şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir aşk. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir.
– Söylediklerini anlamıyorum, dedi çöl.
– Öyleyse hiç olmazsa kumlarının ortasında bir yerde bir kadının beni beklediğini anla. Ve onun bekleyişine karşılık olarak rüzgâra dönüşmek zorundayım.
Çöl bir süre sessiz kaldı.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir