Mahvoldum… Öldüm… Bittim…

Televizyon…

 

Renkli dünyalar…

 

Şöhret…

 

Tanınma…

 

Ünlü olma ve ünlüler kulübüne girme!..

 

Kulübün içinde kendine okkalı bir yer kapma…

 

Şöhretin dayanılmaz cazibesine kapılma…

 

Yaldızlı dünyalara ve bohem hayatlara takılma…

 

Barlardaki sonsuz gecelerin, ayaküstü samimiyetlerin, tabureüstü dostlukların, baraltı sohbetlerin, bohemlik ve uçuklukların, şov dünyasının eğlendiren yaratacılıklarına ilham perisi olduğunu sanma…

 

***

 

Herkes bir parça Salvador Dali kadar deli, herkes bir miktar Edith Piaf kadar bohem bir mizaçta bu dünyada…

 

Oysa Dali’ler, Piaf’lar evrensel bir yaratıcılığın, tarihsel bir izdüşümüydüler yaşamlarında…

 

Onlar sanatçıydılar…

 

Televizyon dünyaları ise, bir kutu eğlencenin evlerin ve odaların içine girmesidir…

 

Çok zor bir dünyadır televizyonlardaki eğlence dünyası…

 

Çok fazla ayak kaydırır, hayat karartır…

 

***

 

“Ünlü olmaya adanmış bir yaşamdı” onunkisi…

 

Ünlü olmanın çok cazip olduğuna inandırılmış bir hayat tarzıydı yaşadığı…

 

Geçenlerde bir reklam filminde oynaması teklifi almıştı…

 

Defne’cik şöhret olduğundan, şöhretin de sınırsız para ve isteme gücü verdiğine inandığından, 1 milyon lira fiyat çekmişti teklifi getirenlere…

 

Üçte birini bile vermeyi düşünmüyordu teklifi getirenler, “uçuk buldular isteğini” geri çektiler tekliflerini…

 

***

 

Oysa Defne’ciği inandırmışlardı ki, şöhret olursan bir gün, tutarsa programın tanınırsa yüzün, köşe olursun, yürür gidersin, dönüp arkana bile bakmazsın…

 

Star olursun bulutların üzerinde uçarsın…

 

Yaşanmamış sevgilerin, yaşanabileceği umuduyla…

 

Gösterilmemiş ilgilerin, gösterileceği sezgisiyle…

 

Olmamış ham kişiliklerin, ilgi sevgi ve alkışla olacağı kanaatiyle…

 

Uğraşır o dünyaya giren insanlar, sevgi ve ilgi arsızı haline gelebilmek için…

 

Hep birileriyle çatışırlar…

 

Hep birileri ayaklarını kaydırır…

 

Hep birileri onlarla uğraşır…

 

Bitmek bilmeyen fasit bir dairede, “bir parça daha şöhret, bir parça daha ilgi, bir parça daha önemli olabilmenin beyhude bir mutluluk arayışıyla” yürüyeceklerdir…

 

***

 

Şimdi hepsi birşeyler yazmaktadırlar Twitter’da orda burda…

 

“Canımız gitti… Mahvoldum… Öldüm… Bittim… Ay inanmıyorum!.. Kendime gelemiyorum… Bayılıyorum…” falan filan…

 

O hayatı sanal ve abartılı yaşadıklarından “üzüntüleri de abartılı ve köpüklüdür…”

 

Aslında ötede beride kalmış bir iki kankası dışında hiçbirinin, bu derece abartılı bir üzüntüsü derin bir hüznü mevz-u bahis değildir…

 

Üzülmüşler midir?..

 

Kendilerinin başına da bir gün bu gelir mi diye düşündüklerinden evet…

 

Defne Joy Foster’ı çok mu severlerdi?..

 

Hayır…

 

Bu dünyalarda öyle sevgiler olmaz ki…

 

Stüdyolarda yarım saatlik çekimlerde mi oldu, bu “ayılan bayılan” dostluk, arkadaşlık, sevgi ve ilgi?..

 

***

 

Bugün 32 yaşında son zamanlarda ratingi bol genç bir kadının zamansız ölümüdür, televizyondaki programın adı…

 

Herkes ana kahramanın yanında iri kıyımından kendisi için bir rol biçmekte, genç ve zamansız bir ölüme gösterilen ilgiden, kendine replik üretmektedir…

 

“Ay inanamıyorum… Bayılmışım da farkında değilim…”

 

Zavallı bebek…

 

Annen gitti…

 

O dolu gibi gördüğün cami avulusunu da yavaş yavaş kameralarla beraber terkedecekler, arkalarına bile bakmadan…

 

Onlar kameralara aşıktırlar…

 

Kameraların baktığı yerlere replik üretirler…

 

Sana kameralar bir süre sonra bakmayacak ki onlar da baksınlar…

 

Zavallı bebek…

 

Bir tek sensin birkaç da yakının gerçekten üzülecek…

 

Gerisi ayılana gazoz bayılana limon…

 

***

 

ÜNLÜLERİN CENAZELERİNE NİYE GİTMİYORUM?..

 

Allah şahit, ünlü çok tanıdığımın cenazesine gidemedim ben…

 

Hep içimde ukde kaldı, ailelerine, yakınlarına ayıp oldu diye…

 

Üzerimde hep midemi bulandıran, o halet-i ruhiye…

 

Merhum için toplanandan çok, kameralar için toplananlar var o cami avlularında…

 

Ya kameralara görünecekler…

 

Ya da birbirlerini görecekler…

 

Hoşbeş sohbet, tanıtım, gösterim…

 

“Ben de buradayım halinde dikilme”ler, yanlamasına, diklemesine markajlar, kameralara üzgün ve süzgün yakarışlar…

 

***

 

Bu sahteliğe, bu sanallığa tepki midir bilmem, hep hızlı hızlı cami avulusundan girerim, direkt olarak cenaze sahibinin yanında biterim…

 

Başsağlığı diler, mümkünse kimselere görünmeden uzaklaşırım…

 

<span>Reha Muhtar</span>

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir