Ben adam olmam!

Ben adam olmam!
Çünkü:
1:İnsanları kendim gibi zannediyorum hala!
2:Sevdiklerim beni üzüyor hala!
3:Beni üzenleri çok seviyorum hala!
4:Beni en çok üzeni çok ÖZLÜYORUM hala!
5:Arkamdan iş çevirenlere ortak oluyorum hala!
6:Sevdiğimden sevdiğim için kaçıyorum hala
7:Canım canımdan alınıyor ben sessizce izliyorum hala!
8:y…aş…am ………formlarına rağmen ve inadına insanım hala!
9:çoook üzgünüm hala

Eğer bir umutsuzluğa yakalanmışsa yüreğiniz, sizi her yerde gölgeniz gibi takip eder hüzün. Herkes sizi güler yüzlü,mutlu gördüğü halde; siz içinizde sürekli ağlayan o çocuğun farkındasınızdır. Ve ne çikolata, ne oyuncaklar nede başını şefkatle okşamanız susturamaz onu…
Çevrenizde hep sevilirsiniz ama kendinizi hiç sevmezsiniz. Yalnızlığı seversiniz size acı verdiğini bildiğiniz halde. Herkesin yalnız olduğunu düşünürsünüz kendinizce ve çift kişilik bir yalnızlık çekmektense tek kişilik bir yalnızlıktır tercihiniz.
Her gece yatağınızın baş ucunda oturarak düşüncelere dalarsınız siyah gökyüzünün izlerken… İçinizdeki minik yürek en çok o zamanlar ağlamaya başlar..En çok o zamanlar yırtar kendini…Arkanıza bakarsınız akşam olmasına rağmen gölgeniz gene yanınızdadır sizin…En çok o zaman bastırır yalnızlığın verdiği acı yüreğinizi.
Bir yudum kahve…
Sıcak kavuşmaların tiryakiliğine sarılmış, orta halli…
Bir film…
Sayacın işleyip de görüntülerin tende izlendiği…
Bir öykü…
Yazı karakterinde siyah, düşen yerde beyaz…
…ve özleme kesilmiş göbek bağının düştüğü toprakta, rüyalara sıçrayan minik tebessüm…

Hep aranılan insansınızdır oysa…Ama nedense insanlar hep en kötü anlarında ararlar sizi..İçlerindeki tüm acıyı önce size boşaltırlar sonra da o acılarla baş başa bırakıp giderler mutlu bir şekilde…Yani onlarda aslında muhtaç olduklarında yanınızdadırlar sizin…
Halbuki siz hiç kimseye muhtaç değilmiş gibi gözükseniz de hep birilerine muhtaç olmayı istersiniz ama o birilerini hiç bulamazsınız. Çünkü siz muhtaç olan değil muhtaç olunansınızdır her zaman…Muhtaç olmayı istersiniz de korkularınız engeller sizi…
Çevrenizde muhtaç olacak birini göremezsiniz çünkü…Kimse sizden daha güçlü değildir..Kimse içindeki o minikle sizin kadar ilgilenmez çünkü…Hayatı akışına göre yaşarlar onlar..Halbuki siz önce kendi hayatınızı sonra da dünyanın gidişini değiştirmek istersiniz…
Değiştiremediğinizi hissettiğinizde ise daha fazla ağlar içinizdeki çocuk..Siz işte o zaman anlarsınız,aslında sizden başkası ağlatmıyordur o nu..

Çünkü siz farkında olmadan çikolataların en acısını yedirirsiniz ona ve verdiğiniz oyuncakların ya bir kolu eksik ya kafası…Başını okşadığını düşündüğünüz anlarda ise aslında kanatırcasına vuruyorsunuzdur içinizdeki çocuğa…Ve o bu yüzden bağırır içinizde de sizden başka kimse duymaz hıçkırıklarını…Sizden başka kimse anlamaz bir yerlerde bir çocuğun iç çeke çeke; özlemleriyle, hayalleriyle, yapayalnız ağladığını…Ve o çocuk hep ağlar, hiç susmaz…
Hiç susmaz çünkü siz hep kötülükleri görürsünüz yeryüzünde ve hüzün gölgeniz olmaya devam eder her zaman…Siz ise ne gölgenizden kaçabilirsiniz nede içinizdeki o minik yüreğin çığlıklarını duymaktan…

Bazen tüm yaşanmamışlıklarını sırt cantasına doldurur insan…
Geride bırakacagı pek bir seyde yoktur hani..
Şimdi ışıkların acık olup olmaması umrunda degildir..
Ayakkabılarının bagcıklarını baglamaya bile tenezzül etmez,
Düşer yollara…
Usulca hic bir hayata dokunmadan gecmek ister..
Umursamadan önünden yüzlerce kez gectigi yerler
Dile gelmiştir sanki….
Gitmemesi gerektigi anlatır durur yol boyunca…
Sonra nedense geri dönüp bakar..
Koca şehiri arkasına almanın yorgunlugu
Omuzlarına düşmüştür…
Mırıldanır…
Yolun kaybolmaya yüz tutmus kıvrımından
birinin kosarak gelip,
"gitme" demesini bekler…
Bekler… bekler..
Sonra Eli umutsuzca sigaraya uzanır..
Ve kararsızlıgın kıyısında
tekrar başlar yürümeye ….

ÖYLE BİR HAYAT YAŞIYORUM Kİ

CENNETİDE GÖRDÜM CEHENNEMİ DE

ÖYLE BİR AŞK YAŞADIM Kİ

TUTKUYUDA GÖRDÜM, PES ETMEYİ DE

BAZILARI SEYREDERKEN HAYATI EN ÖNDEN

KENDİME BİR SAHNE BULDUM OYNADIM

ÖYLE BİR ROL VERMİŞLERDİKİ

OKUDUM OKUDUM ANLAMADIM

KENDİ KENDİME KOŞTUM BAZEN EVİMDE

HEM KIZDIM KENDİME HEM GÜLDÜM HALİME

SONRA DEDİM Kİ "" SÖZ VER KENDİNE

DENİZLERİ SEVİYORSAN DALGALARIDA SEVEECEKSİN

UÇMAYI SEVİYORSAN DÜŞMESİNİ BİLECEKSİN

SEVİLMEK İSTİYORSAN SEVMESİNİ BİLECEKSİN

KORKARAK YAŞIYORSAN YANLIZCA HAYATI SEYREDERSİN

ÖYLE BİR HAYAT YAŞADIMKİ

SON YOLCULUKLARI HEP ERKEN TANIDIM

ÖYLE DEĞERLİYMİŞKİ ZAMAN

HEP ACELE ETMEM BUNDANDI

ANLADIM

Sana kaybetmek düşer

Yani diyorum ki aradan geçen onca yıldan sonra bir de dönüp bakarsın ki hepsi kocaman bir boşlukmuş…

Sen saçımı süpürge ettim diye övünürken yıpranan eski süpürgenin en iyi ihtimalle kapı arkasına bırakıldığını fark edersin…

En iyi ihtimalle kapı arkasında kaldığını anladığında üstelik…
Bu yüzden mazlum olarak yaşamayı tercih etmek yanlış olmalı diyorum.
Bu yüzden kimse kimseyi kandırmasın diyorum.
Bu yüzden kimse kendisine yalan söylemesin diyorum…
Arkadaşından daha çok üzülemez kimse arkadaşının kederli yalnızlığına…
Uzantısı bir biçimde kendinde bitmiyorsa, hiçbir felaketin fazlaca önemi yoktur günümüz bencil insanının değerlerinde.
Yalan mı?
Tercih edilmeyen olmak öfkeli ve yalnız kılar insanı, bilirim!
Oysa hayatta her şey yüzde elli ihtimal üzerindedir.

Ya terk edilen kişi olursun ya da uğruna her şeyin feda edildiği…
Ya bırakılansındır ya da bırakan.
Ya kurbansındır ya da kahraman…
Ve çoğu zaman hayat her iki uç arasında sürükler insanı.
Ömrünün bir noktasında zafer sarhoşluğu yaşarken bir bakarsın ki yenilmişsin…
İşte o zaman, kazandım ya da kaybettim sanmanın bir önemi kalmıyor…
O halde?
O halde?
O halde sevgili okur…
Neden kurban olmanın güzel olduğunu sanıyor insan?
Kendine acımayı ve acındırmayı neden seviyor?

***
Yani diyorum ki:
Düştüysen eğer, düştüğün yerden neden kalkmıyorsun?
Daha ne kadar ağlayacaksın orada?
Ne kadar sızlanacaksın?
Asil, acılı, mazlum bir zavallı kurban olmayı kabul etmek hiçbir şey kazandırmayacak sana.
Senin hayatın akıp gidecek gözlerinin önünde.
Ve o hayat sen her anlatmaya kalktığında can sıkan sıradan hikâyelerden biri olarak kalacak…
Üzgünüm…
Kaybeden rolünü bu kadar benimsersen, sana daima kaybetmek düşer!

BİR DELİKTEN HAYALLERİMİZİ DİKİZLERKEN,

Gereklilikler köreltiyor ruhları.
Kendimizi kaybedip biryer kapmaya çalışırken toplum treninden,boynumuza geçirilen yularlara direnmez oluyoruz.
Dışlanmamak,horgörülmemek ve kabul edilebilmek uğruna kendimizden oluyoruz.
Aslında ne istediğimizi düşünmez olup,sürünün gerekliliklerini karakter ediniyoruz.
Aslında bize hiç komik gelmeyen bir şeye kahkahalar atmaya başlayıp,kibritçi kızın üşüyen ayaklarından gözlerimizi kaçırıyoruz.
Mantığın imbiğinden geçelim derken,ruhumuzu diğer tarafta bırakıyoruz.
Suyu sıkılmış posalar gibi bezgin,işe yaramaz geziniyoruz.
Rollerimizi ezberleyip,sınırlarımızı kalınlaştırıyoruz.Kalıplar

ımızı çatlatmamaya çalışırken içimizden hep aynı cümleyi tekrarlıyoruz..;’Sürüden ayrılanı kurt kapar.’
Özgürlüğü hem özler,hem de ondan korkar oluyoruz.
Aykırı olmakla,özgür olmak arasındaki farkı unutuyoruz.
İçimizde bizi gıdıklayan çocuğu susturdukça aslında hayatı küstürdüğümüzü farkedemiyoruz.
Umutları hep yarınların kanatlarında geleceğe uçuruyoruz,arkasından yetişip yetişemeyeceğimizi hesap etmeden.
Şans,kader,kısmet derken elimizden kaçan fırsatlara,aşklara ve küçük mutluluklara bakakalıyoruz.Yine gelir nasılsa derken,geleceğe pişmanlığın kanadında bir umut daha uçurduğumuzu-kaçırdığımızı-farketmek istemiyoruz.Farkettiğimizde ‘benden geçti artık’ diyerek hayatımızda elimize geçen en büyük fırsatı da kaçırmış oluyoruz;hayatın anlamına bir adım daha yaklaşma ve akışını değiştirebilme fırsatını…
O ana dek uçurduğumuz tüm umutlara arkamızı dönüp,ölüme çeviriyoruz yüzümüzü..
Ve son bir çabayla yaşamayı reddettiğimiz her mutluluk için kendimizi affedebilmeyi umut ediyoruz…

"her seçim bir kaybediştir." diye,
Her tercih bir vazgeçiştir çünkü…
Ama yaşam vazgeçtiğiniz şeye karşı ipucu vermez.
Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yaşama
şansınız yoktur. Bu seçim oyununda vazgeçtiğiniz şey,
seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.
Ama NEYİN DEĞERLİ olduğunun kararı da yine size aittir.
Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray da olsa,
çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz.
Çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz
insanla paylaşamadığınız bir saray sizin borsada kolay feda edilebilir
değerlerdendir.

HAYATA BİR BAŞKA GÖZLE BAKMAYI ÖGRENDİYSENİZ,
bu seçimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.
Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen KAYBETMEK en doğru seçimdir….
ve o dünyada en yerinde tercih; VAZGEÇİŞTİR………

YARINA ULAŞACAĞI HİÇ KİMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR..

Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan, hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz. Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değil ise ne zaman? Hayatınız her zaman mücadelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu kabul edip, durum her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir. En sevdiğim sözlerden biri Alfred D.Souza’ya aittir. Alfred D.Souza Der ki;

"Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller zaten benim hayatımdı."

Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi. Mutluluk bir hedef değil, yoldur. Öyleyse sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için ona daha fazla değer verin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez. Öyleyse;

– Okulu bitirene kadar,

– 100 milyar kazanana kadar,

– Çocuklarınız olana kadar,

– Çocuklarınız evden ayrılana kadar,

– İşe başlayana kadar,

– Evlenene kadar,

– Cuma gecesine kadar,

– Pazar sabahına kadar,

– Yeni bir araba, ya da ev alana kadar,

– Borçları ödeyene kadar,

– İlkbahara kadar,

– Yaza kadar,

– Sonbahara kadar,

– Kışa kadar,

– Maaş gününe kadar,

– Şarkınız söylenene kadar,

– Emekli olana kadar,

– Ölene kadar…

Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz "AN" dan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin… Mutluluk bir varış değil, yolculuktur… Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta… Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır. Unutmayın;

"YARINA ULAŞILACAĞI HİÇ KİMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR

NEYİ DOĞRU YAPIYORUZ Kİ ZATEN !!

Çaresiz kalıyoruz… Ne diyebilecek bir sözümüz ne de gözgöze gelebilecek bir cesaretimiz kalıyor. Susuyoruz, çünkü gerçekten çaresiz kalmışızdır. Bazen; o en sevdiğimizin bile gücü yetmiyor çaresizliğimizi almaya… İçimiz acıyordur artık, hayat bile çaresiz kalmıştır bize. Çaresizliğimizi yaratan olgu yanılgılarımız değil midir oysa? Hayal kırıklıklarımız, karamsarlıklarımız? Çaresizlikten sonra mı hep keşkelere başlıyoruz? Keşke olmasaydı, keşke bitmeseydi… Keşke, keşke… Ardı arkası gelmiyor artık çaresiz iken keşkelerimizin! Kaybettikten sonra mı yüreğimize bir kor düşüyor. Bir umut bekliyoruz sadece küçücük bir umut… O da olmazsa kalbimiz daha bir taşa dönüşüyor… Biz hayatta neyi doğru yapıyoruz ki zaten!..
***
Hep yalanlar söylüyoruz… Var olmayanı var olmuş gibi gösteriyoruz. Yapamadıklarımızın, yaşayamadıklarımızın tam tersini yansıtıyoruz. O dakika yüreğimizi, kendimizi bile kandırıyoruz sözlerimizle… Peki bütün bunlara ne gerek var öyle değil mi? Sevdiğimizin göz bebeklerine bakarken, o bizi en masum haliyle dinlerken ona yalanlar söylemeye ne gerek var ki? Yalanlar söylüyor, sahte ve hilekar oluyoruz, maskeler takıyoruz.. tüm bunları kendimizi tatmin etmek için yapıyoruz…Çünkü biz hayatta hiç bir şeyi doğru yapamıyoruz zaten!!!

***
Yeniliyoruz.. yenilmemişsek bile bir gün mutlaka yenileceğiz. Hayatın kuralı bu çünkü. Bazen bir aşka yenik düşüyoruz, bazen paraya bazen de ceviz kabuğunu bile doldurmayacak bir sebepten dolayı yenik düşüyoruz. Yenildikçe daha çok kaybediyoruz. Çünkü bir kez yenilmiştik. Kaybettikçe de daha çok yenik düşüyoruz. Kalbimiz daha bir hırsla atıyor artık. Biz bu hayatta neyi doğru yapıyoruz ki zaten!…

***
Özlüyoruz çoğu zaman.. kalbimiz hasretle yanıp tutuşuyor. O çok uzaklardaki yari, eski bir dostumuzu, yürüdüğümüz yolları, içtiğimiz kahvenin tadını, en gülünç sarhoşluğumuzu ve unutamadığımız anılarımızı…
Özlüyoruz… özlüyoruz ve özlenmeyi bekliyoruz. Özlenmezsek can acıtıyoruz. Çünkü biz hayatta hiç bir şeyi doğru yapmıyoruz zaten!

***
İtiraf edemiyoruz.. ne sevdiğimizi ne yaşananları ne de nefret ettiğimizi… ne aldattığımızı ne de aldatıldığımızı.. itiraf edemiyoruz işte.. susuyoruz.. kendinize bile itiraf edemediğiniz şeyler oldu mu hiç? Yaşadığımız ama düşünmekten bile korktuğumuz kim bilir neler var o yüreğimizde. itiraf edemiyoruz çünkü korkularımız var. Her zaman suskunluk sarmalına giriyoruz. Biz bu hayatta neyi doğru yapıyor ki zaten!

***
Bekliyoruz her zaman… Belki bir telefon, belki de bir başarı sonucunu.. Hayatımız beklemekle geçmiyor mu sizce de? Doğuyoruz büyümeyi bekliyoruz, büyüyoruz yaşlanmayı bekliyoruz, yaşlanıyoruz ölümü bekliyoruz. Akşam olmasını, gün doğmasını bekliyoruz. Yemek saatini, işe gitmeyi, her şeyi bekliyoruz hayatta.. Kısacası zamanı bekliyoruz. Bekledikçe daha bir katı oluyor kalpler. Heyecanlandırmıyor artık beklentiler. Beklerken hayatımız akıp gidiyor. Çünkü biz bu hayatta hiçbir şeyi doğru yapamıyoruz zaten!

***
Kıskanıyoruz… Başarıları kıskanıyoruz destek yerine köstek oluyoruz. Dostum dediklerimiz bile bir anda satıveriyor bizi. Bizden başarılı olacaklar diye ödlerimiz kopuyor. Hayatımızdaki adamı kıskanıyoruz sanki bizi terk edip başkası kapacakmış gibi… Kıskançlıktan çıldırıyoruz ve çıldırtıyoruz… Biz bu hayatta neyi doğru yapıyoruz ki zaten!

***
Seviyoruz… Yaşamayı seviyoruz. Eşimizi, çocuklarımızı seviyoruz. Ama sevdiğimizi bile saklıyoruz. Hayat bu kadar kısa iken bunu bile yapamıyoruz… Seviyoruz ama haksızlık ediyoruz.. Seviyoruz ama aldatıyoruz… Seviyoruz ama can acıtıyoruz.. Seviyoruz ve kötüye dair her şeyi yapıyoruz sevdiğimize…Çünkü biz hayatta hiç bir şeyi doğru yapmamıştık zaten!

Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme.
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..
Sana benzemeyenler, senden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı seni ilgilendirmesin..
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Allah’a
şükredin.. Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.. Umarım her
gününüzü değerlendirirsiniz."
MASAL BİTMİŞ VE SEN HALA UYANAMAMIŞSAN !!

Gece başlamışsa ve uyumak için acele etmiyorsa yüreğin; hala düşünecek hala yapılacak bir sürü işin ve bir sürü planın olduğunu söylüyorsa beynin; buna karşılık günün bütün yorgunluğunu belki de hiçbir şey yapmamana rağmen sana hissettiriyorsa bedenin; konuşmak istiyorsa bir şeylere ulaşmak istiyorsa kalbin ama sadece yalnızlığın o ağır o derin sesiyse hissettiğin…
Üşüyorsan ama soğuktan değil. Susuyorsan ama korkundan değil. Gidiyorsan ama istediğin için değil ve arıyorsan ama bulmak için değil. Her dakika daha ağır geçiyorsa ve geçen her dakika seni daha fazla yoruyorsa… Gelecek seni güldürmüyorsa aksine geçmiş özletiyorsa kendini. En masum anında lanetlenmişse bedenin ve yanıyorsa ateşler içinde belki de kutuplarda yürürken. Ve sadece yalnızlığın sesiyse duyabildiğin…
Vazgeçmek istemediklerinin senden kaçarcasına uzaklaştığını görüyorsan ama koşamıyorsan artık ve her bağırmak istediğinde düğümleniyorsa sözcükler boğazına ve canını acıtıyorsa içinde kalan her bir harf. En çok yardıma ihtiyacın olduğu anda aslında kimsenin sana yardım edemeyeceğini biliyorsan buna rağmen medet umuyorsan sana yabancı gözlerden. Yaptıkların hep yapman gerekenlerden farklı oluyorsa ve bunu anlayamıyorsan bir türlü…
Her sabah uyandığında uyumak istiyorsan, geceyi istemiyorsan yalnızlığın sesini ve yine bitmeyecek bir geceyi. Buna rağmen günler hep kısalıyorsa sana inat ve geceler alay edermiş gibi üşütüyorsa seni. Buna rağmen yanıyorsan o soğukta ve anlıyorsan kimsenin bunu bilmediğini. Özlüyorsan her geçen saniye bir önceki geceyi. Ve yalnızlıksa tek duyabildiğin…
Eski fotoğrafları gördüğün zaman tesadüfen; içini garip bir mutluluk kaplıyorsa. Ve son resim elinden düşerken anlıyorsan ne kadar özlediğini ve çözemiyorsan bir türlü neden her şeyin değiştiğini. Susuyorsan… Ve yalnızlığın sesiyse tek duyabildiğin…
Eski şarkılar daha çok dokunur olduysa bedenine ve en çok yardıma ihtiyacın olduğu halde anlamaya başlamışsan yalnızlığını ve gece hala ilerlemiyorsa bu gürültüde. Ve uyuyamıyorsan bir türlü. Her şey bir telefon kadar yakınsa ama korkudan ayrı bir şeyse seni uzaklaştıran ve anlatamıyorsan bir türlü anlayamadıklarını. Binlerce defa anlatılan bir masalı. Ve yüzü aklından hiç çıkmıyor olsa da çıkaramıyorsan adını. O müthiş masal kahramanını…
Hiçbir çıkış yoksa ve yapayalnızsa bedenin. Bembeyaz duvarlar içinde. Bir resim. Siyah beyaz… İçin yanıyorsa ve su içmek bile gereksiz geliyorsa. Sigaranın dumanı içindeki ateşi belli ediyorsa dışarıya. Ama anlamıyorlarsa. Söndürmeye bile çalışmıyorlarsa. Sormuyorlarsa. Yoldan geçen herkesi tanıdığını düşünüyorsan ve belki de yanında yürüyeni bile bilmiyorken selam veriyorsa herkes sana sırf sen onları tanıdığını düşünüyorsun diye. Ve oysa tek bir yüz görüyorsan her zaman ama adını hatırlayamıyorsan bir türlü…
Sokaklarda insanlar azalıyorsa birer birer. Aklındaki düşünceler gibi. Yürüyorsan yine de yapayalnızsan senin onları tanıdıklarını sananların arasında. Ve dumanın hiç sönmüyorsa…
Aynı masalda ne yapacağını bilmeyensen. Isırılmış elma gibi düşüvermişsen yere. Masal devam ediyorsa ve kimse seni düşünmüyorsa artık…
Yirmi senedir üzerinde uyuduğun yastıkları bir bir atıyorsan yataktan ve bulamıyorsan kafanı rahatlatacak hiçbir şey o karanlıkta. Işıkları açmak dağınıklığı görmek kadar dayanılmazsa…
Uyuyamıyorsan ve katlanamıyorsan yalnızlığa. Kendinle beraber yaşayamıyorsan yalnız kalamıyorsan kendi başınayken. Sayfalar sıra sıra bitiyorsa; kitaplar devriliyorsa raflardan ve sen okurken dakikalar geçmiyorsa hayatından; yaşadığın bir masalsa artık ve başkalarının uyumaları için yazılmışsa bütün bunlar…
Gökten düşen üç elmadan biriysen başkalarının mutluluğu için. Masal bitmişse ve unutulmuşsan bir köşede;
Bir çığ gibi geliyor demektir “AYRILIK”…
Masal bitti… Kaç… Kurtar kendini…

Kolay hayat ister olduk kolay… Sevgimizi, aşkımızı bile kolay yaşamak istiyoruz.. Bizi yormasın, zorlamasın, başımıza bela olmasın… İstediğimiz zaman olsun, onun dışında yok olsun.. Bir kumandanın ucunda olsun herşey, bir bilgisayarın düğmesinde, bir telefonun tuşlarında… Ulaşmak, yaşatmak, canlandırmak, hissetmek için çaba harcamayalım…
Sanal dünya giriverdi hayatımıza tam da bu günlerde, çok da işimize geldi. Sanal alemin, sanal insanları olduk hemen. Duygularımızdan korkar olduk… Hissetmek yok… Herşey bir yalan… Sanal alem değeri yok…
Düşünemedik ki kablonun diğer ucunda gerçek insanlar oturuyor…
dokunmaya
hissetmeye
göz göze gelmeye korkar olduk…
bir bilgisayar, bir msn, bir kamera herşey tamam…
İnsan başka ne isterki…
Böylesi daha güzel, sanal bir gerçeklikte sorumluluk duygusu yok, bağlanma yok, hesap vermek yok deyiverdik… Canın isterse varsın, istemezse yok… Ne güzel, tam bu çağın insanına göre…
Kolay işin, hangi yoldan elde edildiğinin hiç önemli olmadığı kolay paranın peşinde koştuğumuz, hayata direk tepeden başlamak istediğimiz bu günlerde, kolay seks, kolay ilişkilerde giriverdi usulca yaşantımıza..
Zora gelemiyoruz, gerçek ilişkiler sıkıyor biraz…
Biri azıcık duygularından söz ettiğinde birden itici oluveriyor, hemen pılımızı, pırtımızı toplayıp arkamıza bile bakmadan ordan uzaklaşıveriyoruz.. Neden peki, bünyemizde barındırdığınız şeyden kaçmak niye, yok saymak, derinlere göndermek…
Kimsenin gözüne gerçek anlamda bakmak istemiyoruz, korkuyoruz birilerinin gözlerine bakmaktan.
Mekanik hayatlar, mekanik ilişkiler….
KOLAY HAYAT İSTER OLDUK… KOLAY
YANLIZLIK YORUCUDUR

Yalnızlık yorucudur, yalnızlık ağır. Yalnızlık insanı kendine bırakır. Bir insanın kendisiyle yaşamasını öğrenmek çoğu zaman bir yabancıyla yaşamasını öğrenmesinden daha zordur. Yalnız insan, kendi kalabalıklarla iyi geçinmesini öğrenir. Evin kapısını hep anahtarla açmaktır yalnızlık, kahveyi hep kendin yapmaktır.
Yalnızlık varlığında sıkıcı olan, yokluğunda üzücü olan ama aslında pek de sevilmeyen bir sevgilidir. Var olanların kurtulmak, yok olanların sahip olmak istedikleri belalı kadındır yalnızlık.
Yalnızlık adı üstünde yalındır, insanın en yalın en saf halidir. Yalnızlık tanıksız yaşamaktır her şeyi. Ardında hiçbir tanık bırakmadan geçip gitmektir hayatın içinden. Yalnızlığın en büyük tanığı sessizliktir ve çoğu zaman bozmak istemez yalnız insan sessizliği… Kapısı ağırdır yalnızlığın, bir kere kapandı mı tek başına açmak güçtür…
Bomboş bir tiyatrodur yalnızlık. Tek kişilik bir oyundur hayat ve perdeyi hep yalnız kapatırsın….

HOYRATLIKLARIMIZ VİCDANLARIMIZ

“o kadar çoğaldı ki “bana ne!”lerimiz
o kadar birikti ki bahanelerimiz.
o kadar benimsedik ki “bana dokunmayan yılan”ları “bin yaşa”tmayı,
sokakları kuşatan çaresizliği görmezden gelir olduk
vicdanlarımızın sızısını kesiverdik
haksızlıkların fotoğrafını çekerken, haksızlığa uğrayanları kendi yalnızlıklarına terkettik.
hepimiz birimiz için olamadık; içimizden çıkıp hepimiz için olmak isteyen birilerini küçümsedik, ucuz kahramanlar listesine ekledik.
“böyle gelmiş böyle gider”leri ağrı kesici gibi yutup başkalarına ağlayan yanlarımızı uyuşturduk
rahatladık, çok rahatladık
yüreğimize batacak kıymıkları geçtiğimiz yollardan temizlettik
nefsimizin iştahını kesecek görüntülerin üstünü ustaca sıvadık
yuvalarımızın duvarlarında dışarı sızdırmadığımız sevgi gölcüklerimizden bir kaç damla olsun serpemedik yoksulların üstüne göz yaşlarımızı tükettik, gönlümüzün yağmur yüklü bulutlarını kovduk
çocukları, çocuklarımızı, çocuk yanımızı senin gibi sevmedik, senin gibi sevindiremedik
içimizde sancıyla kıvranıp duran duygularımızı itip kaktık.
yüreğimizi yakıp duran varoluş kaygılarını ciddiye almadık.
derdimizi yok sayıp deva aramadık.
sahte çarelere kanıp çaresiz kaldık
oysa sen, oysa sen
kalbimize sahip çıktın onca kötülüğün içinde
‘’vicdanınızı tahriş edeni terk edin’’ dedin de,
‘’şüpheli olandan uzak durun’’ dediğinde de,
kalbimize güvendiğini sezemedik.
hoyratlıklarımızı vicdanımızın cetveline vurduğunu göremedik.”

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir