Mutluluk için mücadele

Sürekli tüketen olmayı öğütlüyor bize, popüler kültür. “Sen üretme, biz senin yerine mücadele edelim, üretelim, sen satın al, böyle mutlu ol,” diyor, köşe başlarını tutmuş ekonomik otoriteler. Üretmesine müsaade edilmeyen insanın tüketimden elde ettiği mutluluk geçici, aldatıcı oluyor. Bir süre sonra yeniden onların kapısını çalmak zorunda kalıyor tüketici, bir doz daha mutluluk için, adeta bir uyuşturucu müptelası gibi. Reklamlardan çoğunlukla farkında olmaksızın etkilenen bizler, anlamsız bir dürtüyle sahip olmak istediğimiz ticari metaları elde ettikten sonra, daha da anlamsız bir hayal kırıklığı yaşamıyor muyuz her seferinde? Böyle böyle, popüler kültürü kontrol edenlerin istediği pasif tüketici, konfor, zevk ve eğlence düşkünü birey profiline ister istemez razı oldukça acizleşiyoruz. Maddi olarak zenginleşip güçlendikçe ve daha çok eşyaya sahip olmak istedikçe ruhumuz ve irademiz fakirleşiyor. Edilgen bir tüketici değil, etken bir üretici olmakla elde edilen mutluluğun hazzını yavaş yavaş unutuyoruz. Bizi biz yapan, bizden başka kimsenin tıpkısını üretemeyeceği, benzersiz bir ürün, bir çalışma, bir eser, bir proje üretmeden ne kadar uzun zaman geçirdiğimizi düşünüyor muyuz? Hâlbuki parayla sahip olduklarımız değil bize değer veren, bizi biz yapan. Amaçlarımız, hayallerimiz ve arayışımızdır bizim kimliğimizi ve değerimizi belirleyen. Mevlana’nın, “İnsanın değeri; aradığı şeydir,” sözü tüm çarpıcılığıyla bunu anlatıyor. Kuşkusuz, en umutsuz ve karamsar olanımızın içinde dahi, belki unutulmaya çalışılmış ya da bastırılmış idealler, hayaller var. Belki yıllar önce, masum bir umutla mücadele edişin, tecrübesizliğimizden dolayı tırmanışın ilk basamaklarında yıkılışın, pes edişin mirası olan bir enkaz örtmüş o hayallerin üzerini. Oysa o enkazın altından kalkmadan, uğraşın doğal bir sonucu olan umutsuzlukla, hayal kırıklığıyla yüzleşip mücadele etmeden ikinci basamağa çıkmak mümkün değil. İlerlemeye devam edecek, üçüncü basamağa ulaşamadan tekrar düşeceğiz belki de; ama hata yapmak, insanın kendini geliştirmesi için en yararlı şey. Hatadan korkmak ise yalnızca tecrübesizliğe sürükler, bilgisiz bırakır. Buna rağmen çoğu hayalimiz ilk adımlarımızda, mücadelenin başında karşılaştığımız bir yıkımın altında terk edilmiş durumda. Onları oradan alıp çıkarmak zor, belki de artık çok geç gibi geliyor. Ancak başarmak için acı çekmek, gerekirse bir süreliğine dibe vurmak gerekiyor. “Gerçekten kül olmadan, kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?” diyor Alman filozof Friedrich Nietzsche, böyle durumlar için. Kendimizi yenilemeden, geliştirmeden, ikinci adımı atmak için gerekli olgunluğa nasıl ulaşabiliriz? Beylik bir laf belki ama, eskilerin deyimiyle, cefasız sefa olmuyor. Yenilmekten, hayal kırıklığına uğramaktan, mutsuz olmaktan korkan insan; hayallerini elinden kaçırıyor, hayatı ıskalamış oluyor, gerçekten mutlu olma imkânını yitiriyor. Çoğunlukla ‘küçük şeylerle mutlu olma oyunu’ oynamayı tercih ediyoruz. Tokgözlü olmakta elbette bir kötülük olamaz; ancak ya bu oyunun sebebi kanaatkârlık değil de, büyük şeyleri elde etmek için gerekli atılımı yapmak, cesareti ortaya koymak konusundaki tereddütlerimiz ise? Mutluluk, kanımca, bir durum değildir, süreçtir. Yolun sonunda olan değil, yolculuğun kendisidir. Elde edilemese bile uğruna emek verilesi olandır. Mutlu olmak uğruna aktif olmak, mutlu bir halde pasif olmaktan iyidir. Böylece hayatını anlamlandırır birey. Popüler kültürün dört koldan önümüze çıkardığı illüzyonlara kulak asmadan, aklımızın ve kalbimizin yolunda ilerlemeye çalışmak, insanın hem bedensel, hem ruhsal özgürlüğü için elzem bir yoldur. Mutluluklarımızın da, mutsuzluklarımızın da baş sorumlusu her zaman kendimiziz. Hayalleri doğrultusunda ilerlemekte her şeye rağmen ısrar edenlere kolaylıklar diliyorum.
 
Edip SÖNMEZ

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir